Elazığ Kız İlk öğretmen Okulu mezunları olarak, 40 yıl sonra ilk karşılaşma yerimizde buluştuk. Bu bu-luşmanım gerçekleşmesi için aylar öncesinden hem İzmir’de hem de Elazığ’da bir gurup arkadaşımız var gücüyle çalıştılar. Önce, bu büyük buluşmanın mimarı olan öğretmenimiz sevgili Özer Demirtaş’a ve Elazığ’da yaşayan Habibe Demirtaş ve emeği geçen bütün arkadaşlarımıza canı gönülden teşekkür ederim. Yazıma nereden başlayacağımı bilemiyorum.
Aylar öncesinden uçak biletimi almıştım. Mayıs ayı için plan kuranlara; “hayır, ben yokum” diyordum. “Şu Elazığ’a bir gidip gelsen de herkes rahatlasa!“ diyorlardı. Kendimi, BÜYÜK BULUŞMA’ YA ayarla-mıştım, gözüm bir şey görmüyordu. Sevgili Habibe’yi defalarca aradım. Öğretmenevi’nde kalma isteğimi bildirdim. Nihayet o gün geldi, yola çıktım.
06 Mayıs 2010, uçak, Elazığ semalarında uçarken önce kuşbakışı süzdüm şehri. Sonra toprağa bastık, aynı anda birçok arkadaşımı gördüm. Beden Eğitimi Öğretmenimiz Sevgili Behire Karasu Hanım’ı son-radan fark edip hemen yanına koştum. Hava alanına bayram gelmişti. Valizimin başı öyle çok döndü ki onu almayı en sonunda akıl edebildim. Servis arabalarına bindik, Elazığ’a doğru ilerliyoruz. Bu sokaklar bana yabancı geldi, o yıllarda buralardan hiç geçmedim, uçağa binmedim. Merkeze doğru yanaşınca bazı görüntüler canlanmaya başladı. Önce, tarihi postane gözüme çarptı; bıraktığımız gibi duruyordu. Sonra görüntüde başka ne vardı diyeceksiniz birkaç eski dükkândan başka… Gerçekten yok. Bir an okulun kapısında buluyorum kendimi ter içinde… Kapının kapandığı da oluyordu ve koşar gibi yürümekten başka bir şey yapmadığımız halde ne zor anlar yaşadığımızı düşünüyorum.
Neyse bunları geçelim. Okulun kapısına gelince yaşamak istediğim bir hal vardı. 1966 yılında babamla okula gelişimde duyduğum o ilk heyecan!!! Onu yeniden yaşamak için; araba okul yoluna girince hiç konuşmadım. Arabadan inince, valizimi çeke çeke yürüdüm. Okulun karşısında durdum. Arkama baktım çayda çıra oyununu temsil eden heykeller yoktu. Okulun üst penceresinden seslerimiz yankılanıyor, parkta şarkı söyleyen genç kızın sesine takılıyordu. “Senin en güzel yerin Kahverengi gözlerin” Kapıya doğru yürüdüm, valizi elime aldım ama merdivenler yoktu. Sonra kapıdan içeri adım attım. Ziyaretçi bekleme yeri kaldırılmış. Sevgi dolu bakışlı müdüre hanımı bir an yanımda hissettim. Sonra bize ait hiçbir şey bulamadım.
Benim okula geldiğim sırada öğretmen evinde kimse yoktu. Birlikte geldiğimiz sınıf arkadaşım Filiz, geri dönüp, beni kaynının evine götürmek istediğini, yalnız kalmama gönlünün razı olmadığını söyledi. ”İşte eski dostluk böyle bir şey!” dedim içimden ve hemen kabul ettim. Filizciğim, iyi ki beni evinize götürdün, güzel insanlarla tanıştırdın. Misafirperverliğinizden çok etkilendim. Teşekkür ederim.
İlk günün kalan zamanında okulun arka bahçesinde oturduk. Yavaş yavaş bazı arkadaşlarımız görün-meye başladı. Gece polis evinin kafeteryasında oturup, öğrenciliğimizdeki gibi örtüsüz masalarda hasret giderirken eski günlerde olduğumuz gibiydik. Öğretmen evinde ilk gecemi yalnız geçirdim. Sabahı zor ettim; ama heyecanım azalmıştı. Koca yatakhane gözümün önündeydi ve bomboştu. Aslında binanın içinde aradığım hiçbir şeyi bulamadım. Müzik odası okuma odası mı, televizyon odası mı olmuş anlayamadım; ancak “dili olsa da konuşsa” dedim kendi kendime. Sabahleyin uyanmak için beklediğim müzik çalmadı. Bahçede yarı uyur yarı uyanık zıplamaya çalışan kızlar yoktu.
07Mayıs 2010, uyanır uyanmaz birilerini görürüm umudu ile kahvaltı salonuna koştum, tanımadığım insanlarla selamlaştım, kimseler yoktu. Sonra arka bahçeye gittim, oturdum, çay içerken bütün arka-daşlarım gözümün önünden geçtiler. Birkaç telefon görüşmesinden sonra bir bir gelmeye başladılar, sarıldık, ağladık, güldük…
Şaşkındık, sanki zincirden boşalmıştık, ne yapacağımızı bilmez gibiydik. Kendi adıma; bütün Elazığ halkı bizim geldiğimizi biliyor ve bizi hatırlıyorlardı, herkese el sallamak; ” Hatırlayın, işte o benim!!!” demek geliyordu içimden diyebilirim. Sokağa çıkınca gördüm ki, kim kime dum duma… Bunun önemi hiç yok, bizler birbirimiz için gelmiştik ve buluştuğumuza ziyadesiyle değdi. Saat; 15.00’e kadar biriktik biriktik bir salon dolusu olduk. Her dönemden öğrenci vardı. Büyük Buluşmanın Başlaması için düğmeye basıldı ve Saygı Duruşu ardından İstiklal Marşı’nı ve Öğretmen Marşı’nı öyle bir söyledik ki yer gök inledi. Birisi “Haydi kızlar, tekrar!” deseydi aynı coşku ile tekrarlayacağımızdan eminim. Öğretmenlerimiz başköşedeydiler. Meğer onları ne kadar çok severmişiz ve onlar bizi ne kadar çok önemser ve severlermiş, anlatması hiç kolay değil. Müdür Yardımcımız Emine Gültekin Hanım, Ev-İşi Dersi Öğretmenimiz Melahat Oğuz Hanım, Beden Eğitimi Dersi Öğretmenimiz Behire Karasu Hanım, Resim Öğretmenimiz Selami Gedik Bey ve her zaman bizimle birlikte olan Hasene – Özer Demirtaş çiftiyle büyük buluşmayı gerçekleştirmek gerçek anlamda muhteşemdi. Açılış konuşmasının ardından Plaket töreni, sonra kısa konuşmalar yapıldı. Sonra… Sonra ilk günün serbest zamanı başladı. Konuştuk, Konuştuk, sarıldık, birbirimize geçen kırk yılımızı özetledik. Görüntümüzde değişiklik vardı; fakat ruhumuzdan hiçbir şey eksilmemişti.
Bir grup arkadaşımızla özlediğimiz şehri dolaşmaya çıkmaya karar verdik. Şehrin neresini biliyorduk sanki! Postanesini… Postane bıraktığımız gibi zamana bekçilik etmeye devam ediyordu. Postanenin yanından aşağı giden yolda alışveriş yaptığımız dükkânlardan bazıları duruyordu; ama el değiştirmişti. Başka da bildiğim bir yer yok. Garın yolunu unutmuşum ama garı hatırlıyorum. Neden oraya gitmek aklıma gelmedi bilmiyorum. Bir de okulun karşısındaki çayda çıra heykeli vardı. Onun yerinde yeller esiyordu, yerini değiştirmişler. Bizler o heykelden ötesine üç yıl boyunca adım atmamış biri olarak gayri ihtiyari parka gitmek istedik. YAŞASIN, kaldırım taşına ayağımızı bastık. Sonra “burası bizim park” diye bir masaya oturduk, çay söyledik; ne yazık ki park da bizden bihaberdi.
Polisevi’nin toplantı salonunda ilk akşam yemeğimizi yiyerek kelimenin tam anlamı ile kurtlarımızı döktük. Yine güldük, ağladık. Özel olarak yapılan önünde okulumuzun resmi olan tişörtlerimizi aldık. Zaman su gibi aktı ve otellerimize dağıldık.
08Mayıs2010, tarihinde Kahvaltıdan sonra üç otobüsle Keban Barajına, Öğleden sonra da Harput’u ziyaret ettik. Arap Baba’ya yıllar sonra tekrar selam vermekten mutlu oldum. Öğrenciliğimize geri döndük. Keban Barajı muhteşemdi. 1967 yılında buraya getirilmiştik. Bir kere de kaleye çıkmıştık. Hayalimizde kalan resimleri canlandırdık. Zişan, Kadriye, Nezihe ve ben çarşıdan aldığımız geleneksel şalvarlarımızı ve okulumuzu temsil eden tişörtlerimizi giyerek dolaştık. Herkes bizimle fotoğraf çek-tirme yarışına girdi. Özer Bey, şapka çıkarma önerisini önce yapsaydı sanırım zenginleşecektik. Çırçır Şelalesi’nde öyle yemeğimizi yemek için mola verdik. Giriş Kapısındaki yazı manidardı.
Gezi dönüşü yine Polisevi’nde akşam yemeğinde buluştuk ve bize özgü güzel bir gece yaşadık. Katılım belgelerimizi aldık. Özer Bey’in düşünüp aldığı renk renk mendillerle halay çektik. Yorulmadık, birbirimize doyamadık ama yarın ki gezi için uyumamız gerekiyordu.
09Mayıs2010, Kahvaltıdan sonra otobüslerdeki yerlerimizi alarak Hazar Gölü’ne doğru yola çıktık. Önce büyük bir alanda tesis edilmiş MİSLAND’a gittik ve buraya hayran kaldık.
Hazar Gölü Kıyısında bulunan Sivrice Öğretmen Evi’nde öyle yemeği için konakladık. Çikolata yemeye bayılan Suzan Bereket’in, yaz tatilinde nerede güneşlenerek çikolata renginde okula geldiğini yeri nihayet gördük. Mihriban’ın Hazar Gölü’ne seslenişini duymanızı isterdim.
Mavi Göl tesisinde çay içtik. Güle söyleye Elazığ’a geldik. Akşam yemeğinde final gecesi yapıldı ancak ben son geceye katılamadım. Zişan’la birlikte Çemişgezek’e gittik. Bu geziyi de etraflıca anlatacağım.
DEĞERLENDİRME
Bizim devrenin mezuniyetine göre kırk yıl sonra “Büyük Buluşma” adı altında yaptığımız etkinlik başarıyla sonuçlandı. Eski günlere dönmemizin yanında birbirimizi yeniden görmenin coşkusu bambaşkaydı. Nereden nereye…
Bu fikri ortaya atan, projeyi hayata geçiren başta Özer Bey’e ve Habibe arkadaşımız olmak üzere özverili ekibe gönülden teşekkür ederim. Yeniden buluşmak için bir kırk yılımız daha kalmamıştır sanırım. Sevgili Özer Bey’in dediği gibi “Belki de bu görüşme, bazılarımız için birbirimizi son görüş olacaktır.” İnsanın içini acıtan gerçek buydu.
Her şey güzeldi. Olmasaydı bile yine güzel olacaktı. “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane… Gönül muhabbet ister, kahve bahane.” Bundan sonraki buluşmalarımızda da büyük çoğunluğu sağlayarak birlikteliğimizi sürdürmek, acılarımızı, sevinçlerimizi, başarılarımızı paylaşmanın verdiği manevi zenginlikle dolmak, yaşantımıza renk ve güç verecektir. Hepinizi çok seviyorum.
Bu gün ve her zaman güneşin altın tozları sizleri bulutsuz gökyüzü ile kucaklasın.
Tatilde.org Seher Türker